AYNI CÜMLEDE İKİ YABANCI
 
Sen ve ben aynı cümlenin içinde iki yabancıyız.
Hayat ile ölüm arasında kalan boşluğa sıkışmış iki bahar sabahı.. 
Biraz yorgun, biraz kırgın..
Ayrılıkla şereflendirilmiş iki esir yürek..
Göğsünde söz verilmişliklerin bir bıçak yarası gibi parladığı iki süngü süz asker.. 
Oysa bayram sevinçlerimiz vardı yüzümüze “gülüş” diye taktığımız.
Oysa baca dumanlarının bile yüzündeki masumluğunu kirletemediği beyaz düşlerimiz vardı ardında “hayat ” diye koşuşturduğumuz..
Hatırlar mısın seninle tanıştığımız günü.
Fırtınalı bir zamandı..
Yorgun bir gün sonrası akşamın karanlığına gizlenmiş iki yetim yürektik ikimiz.
Ürkek bakışlarımız vardı.
Saklı cümlelerimiz, yaralı geçmişlerimiz. 
Sen, mavi sulardan alınıp tozun toprağın içinde yaşatılmaya çalışan bir balık kadar çaresiz.
Ve ben tüm umutları alabora olmuş bir balıkçı kadar ümitsiz.. 
Acılarımız ortaktı, umutlarımız ise yalnızlığa prangalı..
Ama pes etmedik..
Önüne gelen her şeyi gölgesinin önünde diz çöktüren rüzgara bile bel bükmedik biz..
Yüreğimizi kalkan bilip sonuna kadar savaştık aşkımıza zaman biçen her şeyle ..
Bu savaşta yenilmeyi aynı safta ölmeyi bile göz aldık biz.
Göğsümüze ayrılığın madalyası takılmaktansa ölümü reva gördük umut fakiri yüreklerimize. 
Ama belki göz ardı ettiğimiz belki de unutmak istediğimiz bir şeyler vardı sevgili. 
Biz bu savaşa bir sıfır geride başlamıştık..
Ayrılığa yakındı saflarımız..
Geç kalmışlık kokuyordu nefeslerimiz..
Ve göz ardı ettiğimiz teknemiz su alıyordu..
Ama pes etmedik. 
Yanan bir şeyler vardı yavaş yavaş..
Yenilmeye hazır iki asker vardı ayaklarımızın ürkek gölgelerinde…
Belki de er-geç ayrılmaya mahkum iki kırık yürek vardı kendimizden bile gizlendiğimiz köşelerde..
Ama mühürlü kaderimize inat tek bir yürek olmaya çalıştık uçurum kenarlarında..
Sevdamıza biçilen kelebek ömrüne inat biz yaşamaya çabaladık camdan fanuslarda.
Birbirinden uzak, dört duvar arasına saklı yüreklerimizi aynı gökyüzünün altında buluşturarak nice hasret kelimelerini demledik cümlelerin isli çaydanlıkların da..
Aynı gözyaşlarında ıslandı kuru topraklarımız..
Acılarımızı yüreğimizde öğütüp gök kuşaklarından ördük yarınlarımızı..
Ayak üstü yaşamadık sevdamızı, mutluluğun her bir satırını her bir nefesini yüreğimize mühürledik.
Gülüşlerimizle sarıyorduk yetim martıların kanadını..
Her cümlemiz mutluluğumuzun tek şahidiydi. 
Ama bir akşam üstü “ ne olur anla beni “ cümlesini bana miras bırakarak gittin. 
Kıyılarımıza vuran ilk fırtınada sevgini, yüreğini ve geleceğini bırakıp ait olduğun karanlıklara gittin. Evet, teknemiz su alıyordu. 
Bu bir kaçınılmaz gerçekti..
Ama hani son ana kadar savaşacaktık seninle. 
Hani pes etmeyecektik. 
Ölümün şerbeti reva görülse de dudaklarımıza, biz aynı safta ölmeyi yüreğimizde “onur” sayacaktık biz.. 
Hani hiçbir zaman yenilmeyecektik.
Hani biz hiçbir zaman pes etmeyecektik…
Ardında “ ne olur anla beni “ cümlesini bırakılmış cevapsız sorularla gittin..
Gittin, ardında avuçlarıma kalbimin sana ait olan yerin demir anahtarını ve gideceğin karanlığına adresini bırakarak.
Sen savaşmaktansa yenilmeyi tercih ettin. 
Söz vermişliklerini, gözü kara cesaretini soğuk ve dilsiz duvarlara feda ettin..
Gün be gün içten içe kemiren ve gittikçe büyüyen ve de bir türlü cevabını bulamadığın ya da bulmaktan çekindiğin korkularına esir düştün belki de..
Sen zor olanı değil; en kolayını seçtin sevgili. 
Velhasıl; sen gittin ama ben senin yokluğunu hiçbir kalıba sığdıramadım.
Anlamakta hala zorluk çektiğim ve yüreğime bir türlü dinletemediğim ayrılığını yutkunamadım.. Belki de hazmedemedim ansızın gidişini..
Belki de bir türlü kabullenemedim gözlerindeki yenilmişliğimi.
Sen gittin ardından demir kapılarda soğudu sıcak gülüşlerim.
Sen gittin şehrin tüm aynalarını teker teker kırdım..
Sonra da  “kendimi” sende intihar ettim sevgili,
Ve şimdi her şey bitti.. 
Senden bana ayrılıktan öte sadece acıyan ve kanayan bir yara kaldı.. 
Bir de sol göğsümde senli günlerden kalma bir bıçak yarası..
Şimdi aşktan sınır dışı edilmiş iki uçurumuz biz..
Senle biz; birinci ve ikinci tekil şahıs olmaktan öteye geçemedik devrik cümlelerde. 
Senle ben hiçbir zaman “ biz “ olamadık mutluluk yeminlerinde..
Kısacası ki ayrı bedene pay edilmiş yüreklerimizi tek bir sevgide yaşatamadık..
Başaramadık..
Sonra imamesi kopmuş ince tespih taneleri gibi birer birer dağıldık etrafa..
Birer birer savrulduk takvim yapraklarından yeni ziftlenmiş asfaltlara.
Hayata dair cümle olacakken, bir solgun yaprak olduk kuru sonbaharlara..
Aynı yürekte ömür boyu yaşayacakken, gömüldük tarihin tozlu sayfalarına..
Kefensiz, sebepsiz ve bir o kadar vakitsiz..
Hatırlar mısın sevgili ekran karşısında bana dağıttığın sıcak gülüşlerini?
Hatırlar mısın birbirimizin bedenlerine paylaştırılmış acılara inat mutluluk için savaşacağımıza dair ettiğimiz yeminleri..
Hatırlamadın mı yoksa?
Unutmuş olabilirsin..
Hayat bu, unutabilirsin..
Yaşadıklarımız, yetim bir çocuğun imlası bozuk cümleleri gibi yer etmemişse yüreğinde; hatıraları yeniden küllendirmenin ne faydası olur ki ! 
İki dudağın arasına gömmüşken beni, ne anlam taşır ki dudaklarınla mühürlediğin taze yeminlerin. Geçmişte ettiğin yeminlerin hükmü geçer mi tozlu yarınlarına.
Hükümsüzdür yeminlerin, hükümsüzdür sözlerin..
Oysa her sözcüğün bende “hayat” kadar anlamlıydı..
Ve bir o kadar sıcak kanlıydı..
Seninle konuşurken gözlerin sıva tutmaz karanlıklarıma galip gelirdi..
Seninle yaşarken beli bükük mutluluklarım topal acılarıma rest çekerdi..
Çünkü bir nefesin bir ömre bedeldi çünkü gözlerin yüreğimde “güneşe” eşdeğerdi. 
Ve seninle iken hiç “ben” olmadım.. 
Ben hep sendim.. Ben hep “biz” idik..
Bedenim bana ait olsa da, yüreğim hep sana aitti. 
Tüm yollarım, tüm adreslerim sanaydı..
Tüm sözlerim, tüm cümlelerim seninle alakadardı..
Çünkü sen, gözlerine Cenneti çizdiğim kadınımdın..
Çünkü sen, hayatla ölüm arasında sıkışmış bir adamın tek sığınağıydın..
Çünkü sen, mutluluğun diğer adıydın..
Sen gittin sevgili..
Ardında beni “bende” bırakarak gittin.. 
Senden sonra sensizliği yüzüme vuran her kelimeyi, her cümleyi reddettim. 
Sensizliğin her harfini savurdum dilimden.
Sen beni öldürmüşken “ben” “seni” öldüremedim..
Ve de yaşatamadım seni “bende”.. Gittin.. 
Ardından binlerce sitem ekledim bensiz attığın her adıma..
İçi boş küfürler savurdum çıktığın demir kapılara,
Sen gittin..
Ardından içi boşaltmış sorgular, mesnetsiz iftiralar, cevabı sorusunda saklı çapraz yanılgılar geldi.
Zan altında kaldım..
Geçmişinde yaşadığın acılarda tek bir payım  tek bir hissem halde “ gençliğini çalmakla, geleceğine dair tek bir pay tek bir hisse talep etmediğim halde “ gelecek günlerini “ zimmetime geçirmekte itham edildim imzasız iddaanamelerde. 
Seni “sensiz” sevmekten yalnızlığına hüküm giydim topuksuz cümlelerin ağır yenilgilerinde..
Suçluydum artık..
Adının kapladığı alan kadar yer tutan hücrelerde ezildim, itildim..
Ve en sonunda yenildim..
Ama hiçbir sorguda senin “adını” ifşa etmedim.
Hiçbir zaman pişmanlığı sende saklı günahlarıma seni ortak etmedim.
Bu aşkın faili meçhul suçlarının hepsini üstlendim sırf sen temize çık diye sen hep bensiz de mutlu ol diye..
Çünkü sen benim ölümle onurlandırılacak tek sebebim, mutluluklarda sayıkladığım tek nefesimdin. 
Şimdi sensizliğin akşamını demlemekteyim hayatın isli çaydanlığında..
Kim bilir ben bu satırları yazarken satırlara, sen dört duvar arasında sana biçilmiş “ mutluluk” rollerinde oynamaktasın..
Sahne de sen..
Başrollerde sen..
Oysa ben senin yarım bıraktığın bu aşkın ayrılığa kalansız bölünen acılarında bana verilen repliklerini oynuyorum.
Perdelerin ardında sözlerini unutmuş figuran gibi her gece sensizliğin içinde senli hatıralarımı oynuyorum..
Ve kalabalık sokaklarda karşılaştığım her kadın gözüne yenilmişliğimin ilanını karalıyorum on puntoluk harflerle..
Şimdi yüreğimin seni seven kepenklerini indirip baktığım her kadının gözlerinde “sana gecikmişliğimi” görmek için üzerime suskunluğumu giyiniyorum..
Ve gördüğüm her gözde anlıyorum ki; biz iki yakası hiçbir zaman birbirine kavuşmayacak iki uçurumuz..
Biz seninle aynı cümlede iki yabancıyız artık..
Kırık dökük olsa da sensiz aynalar, hayat kaldığı yerden devam ediyor. 
Senden önce yetim idim, senden sonra da öksüz kaldım..
Senden önce yarım bir cümleydim, senden sonra yalnızlığın avcunda kırık dökük bir kelime..
Sen yoksun; her şey bir noksan, her şey yarım. 
Kısacası “sensiz” tatsız tuzsuz bir hayat. 
Ha bıçağı göğsüne saplamışsın ha şakağına soğuk kelimeleri dayamışsın. 
Değişen ne ki sevgili.. 
Her şey bir “eksik”, her şey “sana” noksan. 
Her şey çıktığın demir kapı gibi; hayat kadar dağınık , ölüm kadar soğuk.
Her şey bıraktığın gibi, her şey bir “sen” eksik..
Sen gittikten sonra 
Bu hayat köprüsünün altından
Daha çok seller akacak topraklarıma..
Ve sensizliğin içinde
Her an ölüm bana musallat olacak..
Kah yenilgilerimi fırlatacak yüzüme,
Kah sana gecikmişliğimin ipini geçirecek yüreğime..
Ama ben pes etmeyeceğim..
Var gücümle “ seni “ bende yaşatacağım
Yaşatmaya çalışacağım..
Ama her şey bir “sen” eksik olacak.
Her şey tamam olsa da,
Sol yanım hep sana “noksan” kalacak..
İsmail Sarıgene

Bir yanıt yazın